SEVGİ ÖYKÜLERİ

Pazar, Aralık 10, 2006

Beşik Kertme


“ Beşik Kertme “ sözcüğünü duyanlarınız olmuştur.

Yakın akraba, komşu, dost iki hanım hamile kaldıklarında birinin kızı, diğerinin oğlu olursa bunları büyüdüklerinde evlendirme kararı alınırdı. Bazen de 3-5 yaşindaki oğullarına yakınlarının birisinin çocugu eğer kız olursa yine “beşik kertme” yapılırdı.

İki kız kardeş aynı dönemde hamile kaldılar. O zamanın modasına uyup beşik kertme yaptılar. Rastlantı bu ya çocuklardan biri kız biri oğlan oldu. Çocuklar aynı ortamda güle oynaya büyüdüler. O zamanlar kız çocuklari okula gitmezdi. Osman okula gönderildi. Başarılı bir ögrenciydi. Askeri okula kabul edildi.Yad ellere okumaya gitti.

Sözlüsü onu hep heyecan ile bekledi. Nihayet Osman genç bir zabit (subay) olarak memleketine döndü. Onu sabırsızlıkla bekleyen iki aile hemen düğün hazırlıklarına başladılar. Osmanın bir durgunlugu vardı ama konuşmuyor, daha doğrusu konuşamıyordu.

Yemekler hazırlandı. Davullar, zurnalar tutuldu. Düğün alayı damadın evine vardı. Osman damda elinde bir elma ve bozuk paralar ile bekliyordu. Gelin eve girerken elmayı atıp mutlaka kızın başina isabet ettirmesi gerekirdi. Bozuk paraları da damdan aşağıya serper, çoluk çocuk bu paraları kapışırdı.

Osman elmayı özellikle gelinin başina rastlamayacak şekilde attı.

Düğün alayı eve doluşup herkes kendisine bir yer bulup oturduktan sonra; (sadece kadınlar) evin bir odasında bekleyen gelin ve damat salona girdiler. Gelin damadın koluna girmişti. Kendileri için hazırlanan koltuklara oturdular. Bu törene “koltuk” denirdi.

Geline takılar takıldıktan sonra damadın bir süre daha oturup sağdıcı ile beraber düğün salonundan ayrılması adetti.

Damat çok yakışıklıydı. Zabit elbisesinin içinde daha uzun boylu daha geniş omuzlu görünüyordu. Gelin ufak tefekti ve güzel sayılmazdı. Üstelik gözlerinde o devirde çok rastlanan trahom hastalığı vardı. Kan çanagi gibi olan gözlerini hep kırpıştırıp gözlerinden devamlı akan yaşi durmadan siliyordu.

Yaşlı ve dedikoducu kadınlar damadın annesini bir köşeye sıkıştırıp “gözün kör müydü? “ siteminde bulunmayı ihmal etmediler.

Kadınlar vur patlasın çal oynasın iyice kurtlarını döktüler. Doyasıya eğlendiler.

Nihayet düğün bitti. Herkes evinin yolunu tuttu. Sabah erkenden anne ve babasının karşisına üniformasini giymiş olarak çikan Osman; “benim iznim bitti” gitmem lazım diyerek acele ile onların elini öptü ve kapıyı hızla kapatıp kendini sokağa attı. Anne ve babasına ağızlarını açıp tek kelime söyleme fırsatı vermemişti.

Yapacak bir şey yoktu. Gelinlerini bağırlarına basıp, yaşamlarını devam ettirmekten başka ne yapabilirlerdi?

Dokuz ay sonra nur topu gibi bir kız dünyaya geldi. Bebek sarışın, tombul, pembe yanaklı çok güzel bir çocuktu. Evdekilerin neşe kaynağı olmuştu.

Babasız büyüyen çocugun okula gitmesini aile bireyleri hoşgörü ile desteklediler. Nazlı okuyup ögretmen oldu. Dik başlı, otoriter, inatçı bir insandı. Evlendi, peş peşe çocuklari oldu. Mutluydu. İş hayatı, çocuklar derken hayat akıp gidiyordu. Çok iyi bir eşi vardı. Sakin, sessiz, çok efendi bir insandı. Ama nedense yaşam bazı insanlar için acımasız oluyor. Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider misali genç yaştaki koca kısa bir hastalık döneminden sonra vefat etti. Nazlı çocuklari ile bir başina kaldı. Hayata direnmesini daha doğduğu gün ögrenmisti. Çocuklarina hem anne hem baba oldu. Onlara üniversite tahsili yaptırdı. Evlendirdi torun sahibi oldu.

Babasının yüzünü bir kere olsun görmemişti. Gözünün önüne getirebileceği bir baba hayali olmadı hiçbir zaman.

Bir günlük evli iken uzaklara giden zabitten bir daha haber alınamadı. Yemen çöllerinde, Kafkasya’da, Çanakkale’de kim bilir nerelerde kaldı?

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home