SEVGİ ÖYKÜLERİ

Cuma, Mart 24, 2006

Özlem




Evlerimiz aynı cadde üzerindeydi. Hep karşılaşırdık. Birbirimize gidip gelmez ama ayak üstü konuşurduk. Üç kişilik bir aile idiler. Babanın iyi bir görevi vardı. Anne öğretmendi. El bebek, gül bebek üzerine titredikleri tek çocukları olan kızları da doğal olarak öğrenciydi. Ortaokulda okuyordu.

Mutlu bir aile görünümündeydiler. Son günlerde annenin sağlığının bozulduğunu; o şehirdeki doktorlarla yetinmeyip Ankara'ya tedavi için gittiğini duyduk. Ailenin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Bütün tedavi yöntemleri denendi ama nafile. Anne gözünün bebeği tek evladını ve çok sevgili kocasını bırakarak genç yaşta uçup gitti.

Baba içine kapandı. Özlem hayata küstü. Yakın bir ilçede oturan yaşlı babaanne ve hala evlerini kapatıp onların yanına geldiler. Aylarca teselli etmek için uğraştılar. Geçim kaynakları olan arazi ve bağ-bahçe ile ilgilenmek zorunda olduklarından mecburen evlerine döndüler.

Evde baba-kız, bir de emektar yardımcıları bir başlarına kaldılar. Zamanla acılarını yüreklerine gömüp, hayatın akışına bıraktılar kendilerini. Yakınları ve dostları bu şekilde yaşayamayacaklarını, bu eve bir kadın gerektiğini söyleyip duruyorlardı. Baba, önceleri şiddetle karşı çıktı bu fikre. Özlem'in yanında bu konu açıldığında hemen odasına kapanıyor ve günlerce kimseyle konuşmuyordu.

Büyüyüp olgunlaştıkça, babasının evlenme işine biraz daha sıcak bakmaya başladı. Kendisi önemli değildi ama babasının bir arkadaşa ihtiyacı vardı. Bir akşam aniden babasına "Neden evlenmiyorsun? Ben evlenmeni istiyorum." dedi. Babası şaşırdı. Başka çare de yoktu. Dostlarının aracılığı ile bir öğretmen bayan buldular. Melek Öğretmen ailesinin en büyük çocuğuydu. Üç kardeşi daha vardı. Babası işçi emeklisiydi. Kardeşlerini okutmak, aile bütçesine katkıda bulunmak için evlenmemişti. Güzel bir kızdı. Çok da becerikliydi. Ev işlerinde, el becerilerinde üstüne yoktu. Sevecen, insan ilişkileri çok iyi, yardımsever biriydi. Çevresinde onu sevmeyen kimse yoktu.

Sade bir nikah töreni ile evlendiler. Babasına evlenmesi için ısrar eden Özlem eve "üvey anne" gelince, bu işin pe de kolay olmadığını anladı. Annesinin yatağında bir yabancı kadın yatıyordu. Hatta annesinin her zaman oturduğu koltukta yine bu kadın oturuyordu. Yaptığı yemekler çok güzeldi ama annesinin yemekleri daha güzeldi. Babası mutlu görünüyordu. Ama kendisi mutlu değildi. Yine içine kapandı. Okul dışında odasından çıkmaz oldu. Melek Abla'nın işi zordu. Kendisini nasıl kabul ettirecekti? Her yolu denemeye başladı. Özlem ile arkadaş olabilmenin yollarını arıyordu. Arkadaşlarını eve çağırmasını istiyor; onlara pastalar, börekler yapıyordu. Süpriz bir doğum günü hazırlayarak onu şaşırtmıştı.

Giderek onun dünyasına girmeyi başardı. Özlem okuldan gelince coşkuyla okulda olan olayları Melek Ablasına anlatmaya başladı. Kıyafet almaya beraber gitmelerini istiyordu. Galiba başarmıştı. Annesinden, onun nasıl özlediğinden bahseder olmuştu. Hatta bayramda beraberce annesinin mezarını ziyarete gittiler.

Artık yaşam hepsi için güzelleşiyor derken, bu defa da Melek Abla'nın sağlık sorunları başladı. Yine doktorlar, tedavilerle uğraşıyorlardı. Aynı filmi yeniden seyrediyorlardı. İşin tuhafı Melek Abla'nın hastalığı Özlem'in annesinin hastalığının aynısıydı.

Ameliyat sonrası Melek Abla nekahat dönemini annesinin evinde geçirmek istedi. Zira Özlem lise son sınıftaydı. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Onun moralini daha fazla bozmamak için annesinde kalmayı tercih etmişti. Kocası ve kızı hergün ziyaretine geliyorlardı. Özlemin ideali doktor olmaktı. Melek Ablası "Kazanacağına yürekten inanıyorum, kafana hiçbir şey takma, çalışmaya devam et. "diyordu.

Özlem Tıp Fakültesini kazandı. Ama Melek Ablası artık yoktu. O da annesi gibi cennete gitmişti. Üniversiteyi kazandığına sevinemedi bile. Kötü kaderine lanet ediyordu. "Zaman en iyi ilaçtır" derler. Zaman bu acıyı da küllendirdi. Yeni okul, yeni arkadaşlar Özlem'e ilaç gibi geldi. Fakat babası toparlanamıyordu. İyice çökmüş, yine içine kapanmıştı. Onu neşelendirmeye çalışan kızının çabaları boşunaydı.

Özlem bir gece babasının sesine uyandı. Elini kalbine bastırmış, ter-kan içinde, nefes alamadığını anlatmaya çalışıyordu. Özlem de yardımcı kadın da şaşırmışlardı. Tıp Fakültesinde okuyordu ama böyle bir hastaya nasıl müdahale edileceğini henüz bilmiyordu. Komşunun yardımı ile ambulans çağırıp hastahaneye yetirdirdiler. Ama iş işten geçmişti.

Özlem, canından bir parçayı daha kaybetmişti. Bu kadar kötü rastlantının bu genç yaşta kendisini bulması inanılır gibi değildi. Yaşlı babaanne ve hala yine yanındaydılar. Ama bu sefer ki farklıydı. Çünkü onlar da canlarından bir parça kaybetmişlerdi. Acıları bu yaşta kaldıramayacakları kadar ağırdı. Epey bir süre kalıp evlerine döndüler.

Özlem vefakar yardımcısıyla bir başına kaldı. Maddi sorunu yoktu. Hayat devam ediyordu. Yapayalnız da olsa bu yükü taşımak zorundaydı. Zaten yaşadıkları kendisini olgunlaştırmıştı. Daha 20 yaşında bile değildi. Ama çok ağır sınavlardan geçmişti

Zaman su gibi akıp geçti. Acılar küllendi. Özlem Tıp Fakültesini bitirdi. Doktor oldu. Sevdiği üç kişiye veremediği şifayı hastalarına verebilmek için inatla çalışmaya başladı. Evlendi. Kocası ve iki çocuğuyla mutlu oldu. Arkasına bakmadan önünde ki mutluluğa doludizgin koşarak yaşam savaşını kazandı.

2 Comments:

  • At Cuma, Mart 24, 2006 12:37:00 ÖS, Anonymous Adsız said…

    O yasta kimsesiz kalip tek basina hayat kurabilmek nasil bir guc?
    Semra'cigim senin kizinda cok guzel olmus..pinar

     
  • At Perşembe, Mart 30, 2006 1:54:00 ÖS, Anonymous Adsız said…

    Yaaa ne menem bir iştir bu. Aynı hastalık, farklı insanlarda 2 kere karşısına çıkınca isyan eder insan herhalde ama dediğiniz gibi zaman en iyi ilaç oluyor böyle durumlarda ve hayat devam ediyor.

    Sevgiler
    Neşeli

     

Yorum Gönder

<< Home