SEVGİ ÖYKÜLERİ

Çarşamba, Nisan 05, 2006

Eski Bayramlar

Bayram temizliği, çamaşır, yemek, hamam faslından önce bayramlık giysi telaşı başlardı. Hazır giysi olmadığından, kumaş almak, diktirmek zaman alırdı. Kız çocuklarına basma, keten, bazen de taftadan elbise dikilirdi. Kumaş seçimi birazda ailenin ekonomik durumu ile bağlantılıydı. Terziye elbise diktirme gücü olmayanlara anneleri birşeyler dikmeye çalışırlardı. Yeterki çocukları yeni bir giysi giysin; diğer çocukların yanında boynu bükük kalmasın. Elbise yanında mutlaka yeni ayakkabı ve çorap da alınırdı. Bizim için bayram; yeni giysimizi giymek bir de bayram harçlığıydı.

Arefe günü banyo yapıp yatar, sabahı zor ederdik. Arefe günü yapılan banyonun insanlar sağlık ve mutluluk getirdiğine inanılırdı.

Babalarımız bayram namazına gidince, annelerimiz mutfağa dolar, biz de amcamın kızı Leyla ile kapımızın önünü süpürmeye çıkardık. Önce çeşmeden su taşır, toprak olan kapımızın önüne sular, sonra da süpürürdük. Saçlarımız tozlanmasın diye başımıza örtü örterdik.

Bayram namazı sonrası herkes yemeğe otururdu. Biz yemek yemez, acele giyinir; şehrin öbür ucunda oturan anneannemle, dedemi bekletmemek için aile arasında bayramlaşarak yola düşerdik. Faytondan başka araç yoktu. O saatte fayton bulmak zor olduğundan yarım saat kadar yürüyerek dedemin evine varırdık. Ne kadar acele edersek edelim dedemden “nerede kaldınız?” fırçasını mutlaka yerdik. Dedemin elini öper; o devre göre hayli yüklüce bayram harçlığı alırdık. Dedem son derece bonkör, gözügönlü tok, mali durumu iyi birisiydi. Dedem anneme de bayram harçlığı verirdi. Annem onun tek evladıydı. Üç tane de biz torunları vardı. Anneme 5 lira, bize 2.5 lira verirdi.

Hemen yer sofrasına oturulurdu. Anneannemin tandırda yaptığı yemekleri iştahla yerdik. Onun yemeklerinin lezzeti başkaydı. Ayran çorbası, kızartma, etli yaprak sarması, pilav, su böreği, kadayıf vs. “Ah eski bayramlar “ derken ben anneannemin yemeklerini özlüyorum.

Bazen yemek faslı bitmeden, dedemin misafirleri sökün ederdi. Misafir odasında (eskiden selamlık denirmiş) ağırlanan misafirlere kahveyi annem veya anneannem yapar; ağabeylerim ikram ederlerdi. Zira kadınlar o misafirlerle hiç muhatap olmazlardı. Dedem yaşı ve çevresi gereği tutucu bir insandı. Arkadaşları hacı, hoca takımıydı. Ailede çarşafı atıp, ilk manto giyen kadın annemdi. Bu durum dedemin hiç hoşuna gitmezdi. Ama Cumhuriyet’e ve Atatürk’e yürekten bağlı bir kuşağın temsilcisi olan babam öğretmendi. İnsanlara örnek olmak zorundaydı.

Bayramın birinci gününü dedemlerde tamamlar, akşama evimize dönerdik. Halam, babamın dayısı gibi aile büyüklerine bayram ziyaretine geç de olsa ya o gün veya ikinci gün erkenden giderdik. Amcam, halalarımın oğulları, komşu, akraba, babamın arkadaşları arasında karşılıklı ziyaretler devam ederdi.

Baba tarafında kaç-göç yoktu. Ne akrabalar ne komşular, ne de babamın arkadaşlarında haremlik-selamlık yoktu. Annelerimiz eşarplarını bağlarlar, maile oturulur, yemek yenir, sohbet edilirdi.

Kurban Bayramında da seramoni değişmezdi. Dedemlere gittiğimizde kurban kesilir, parçalara ayrılır, komşulara dağıtılırdı. Dağıtma işi biz çocuklara düşerdi. “İki dirhem bir çekirdek” bayram giysileri içinde kurban eti dağıtmak pek iç açıcı bir şey değildi.

Kurbanlık koyun, bayramdan 2-3 gün önce alınır; evin bahçesinde bir ağaca bağlanarak beslenirdi. Kurban kesilir kesilmez hemen kavurma yapılır, kahvaltıya yetiştirilirdi. Ayrıca hayvanın ciğeri ve diğer sakatatı da kavrularak yenirdi. Daha sonraki günlerde et makinesinden çekilen etten dolmalar, köfteler yapılırdı.

Dedem hayattayken bizim evde kurban kesildiğini hatırlamıyorum. Onların peşpeşe ölümlerinden sonra annem her sene bu görevi büyük bir şevkle yerine getirdi. O öldükten sonra, onun anısına hürmeten bir kere de ben kestim. Çevremizde ne kurban kesecek yer var ne de dağıtabileceğimiz insanlar. Artık hayır kurumları bu işi üstlenmiş durumdalar. Hem büyük kolaylık, hem de amaç ihtiyacı olanlara yardım etmek değil mi?

Kurban Bayramı ile ilgili benim için önemli olan kötü bir anım vardır. Bahçede bağlı olan koyunu ağabeyimle uzaktan izliyorduk. Koyun ipini kopardı ve bahçede deli gibi koşmaya başladı. Ağabeyim beni yalnız bırakıp içeriye kaçtı. Çığlıklarıma ev halkı yetişti. Beni kurtardılar. Tabi ağabeyim zılgıtı yedi. Şuuraltıma yerleşen bu olay nedeniyle o günden beri her türlü hayvandan korkarım. Sokakta minicik ev köpeklerini dahi görsem yolumu değiştiririm.

Artık çevremide ne o bayramlar var ne de çocukları kovalayan kurbanlık koyunlar. Bayramdan çok önce hangi turla nereye gidelim hesapları yapılıyor. Devran değişti.

1 Comments:

Yorum Gönder

<< Home