SEVGİ ÖYKÜLERİ

Cuma, Mart 31, 2006

Eski Ramazanlar

Benim çocukluğumda, Ramazan yazın en sıcak aylarına denk gelirdi. Ramazan gelmeden önce ev temizliği yapılır, çamaşır yıkanır, erzak alınarak kilere istif edilirdi. Ramazan topuyla, mübarek günler başlardı. Teravih Namazına kadın-erkek herkes giderdi. Kadınlar caminin üst katında mahvel denen balkonda sıkış-tepiş namaz kılarlardı. Tabii gündüz tamamlayamadıkları dedikoduları da oraya sıkıştırırlardı.

Namazdan sonra komşular ve akrabalar bizim bahçede çay içer, karpuz yer; güle oynaya sahura kadar zaman geçirirlerdi. Erkekler bu şamataya fazla karışmazlar, sahura kalkmak için erken yatarlardı. Sahur yemeği olarak pirinç pilavı ve hoşaf (kayısı vs) mutlaka olurdu. Bazen de Ramazandan önce yapılıp hazırlanan kete, çörek ve çayla kahvaltı yapılırdı.

Sahurun bir özelliği de davuldu. Zaten pek uyumayan çoğu insanı uyandırmak için davul-zurna çalınır; bahşiş verilen evlerin önünde uzun konserler verilirdi!

Sahurdan sonra, sabah namazı için camiye koşulurdu. Namaz sonrası evlerimize giderken gün ağırmaya başlardı. Büyükler gibi biz çocuklarda seher vaktinin gizeminden etkilenir; yorgun, uykusuz yataklarımıza serilirdik.

Oruç tutmak için çok ısrar ettiğimizde bize “tekne orucu” tuttururlardı. Sahur yemeğinini tıkabasa yer, öğlene kadar oruç tutar, öğlen orucumuzu açardık. Bu yarım günlük orucun adı “tekne orucu” idi. O uzun ve sıcak günlerde akşama kadar aç durmayı başaranlar, patates-köfte kızartması gibi özel yemekler ve horoz şekeri, elma şekeri gibi iftariyeliklerle ödüllendirilirdi.

İftar, “iftariyelik” denen yiyeceklerle açılırdı. Peynir, hurma, zeytin, pastırma, reçel çeşitleri ramazan pidesi ile yenir; asıl yemeklere başlamadan akşam namazı kılınırdı. İtar Yemeği genelde dövmeli, aşotulu yoğurt çorbası, pastırmalı, kıymalı yumurta, kadayıf dolması olurdu. Dolma, sarma ve diğer yemek ve tatlı çeşitleri de Ramazan içinde yapılırdı.

Öğlene doğru uyanan kadınlar evlerini üstünkörü düzeltip, hatim dinlenmeye komşulara giderlerdi. Her gün bir cüz okunurdu. Hızlı okuyan hoca makbuldü. Bazı kadınlar okunan çüzü Kuran’ı Kerim’den takip ederlerdi. Bazıları uyur, bir kısmı da alçak sesle konuşurlardı. Hoca konuşan kadınlara çok kızardı.

Okunan Kuran’dan ne biz ne de O’nu dinleyen kadınlar hiçbirşey anlamazdık. Kutsal ve güzel birşeyler okunduğunu tahmin ederdik.

Yıllar sonra Kuran’ın tefsiri ve tercümesini okudukça gerçekten güzel sözler olduğunu anlamıştık. Bizim için geç değildi ama bizden önceki kuşak Kuran’dan hiçbirşey anlamadan ömürlerini tamamladılar.

Bana göre o devirde Kuran’ın manasını bilen çevremideki tek insan babamdı. Arapça bilir, anlayarak okur; bilgisini satmaktan hoşlanmayan bir insan olduğundan kendisine soru soran insanlara açıklama yaparken; Kuran’ın insanlara doğruluğu, erdemi, harama itibar etmemeyi ve kul hakkı yememeyi öğütlediğini söylerdi.

Ramazanda evin devamlı misafirleri olurdu. Ben doğmadan önce ahırımızdaki hayvanlara yazın köyde bakan (kışın evdeki ahıra getirilirmiş) Soğukçermik Köyü’nden Sıdıka Hanım her Ramazan köyden gelir, bir ay bizde kalır, ev işlerinde anneme yardımederdi. Ramazan bitince köyüne dönerdi. Yine ben doğmadan önce her Ramazan Siirt’den “Siirtli Hoca” gelir; bir ay bizim evde kalır, hem bizde hem başka evlerde Kuran okur, Ramazan sonunda gidermiş.

Kadınlar 3-4 evde hatim dinlediklerinden zaman çabuk geçer; bu arada bol bol yemek konuşulurdu. İkindi vakti herkes evine koşar, iftara yemek yetiştirmenin telaşına düşerlerdi.

İftar sofrası hazırlanıp, topun atılmasını beklerken amcamın kızı Leyla ile testilerimizi alır, çeşmeye giderdik. Aynı evde onlar üst katta, biz alt katta otururduk. O zamanlar buzdolabı yoktu. Evde musluktan akan su da yoktu. Testilerimizi “Gümüşmasat Çeşmesi”nden doldurur, nefes nefese iftara buz gibi su yetiştirirdik. Büyük bir iş başarmanın hazzıyla sofraya otururduk.

Ramazanın 15’inden sonra iftar davetleri başlardı. Komşu akraba, herkes birbirini yemeğe davet ederdi. Ramazanın sonuna doğru, bir aydan beri ihmal edilen ev temizlenir, çamaşır yıkanır, bayram yemekleri hazırlanırdı. Arefe günü de hamama gidilirdi. Hamamın çok kalabalık olduğu bilindiğinden bazen de bizim evdeki minyatür hamam yakılır; isteyen akraba ve komşular gelip yıkanırlardı.

Yaşadığım şehirde bir eşini görmediğim için bizim ev hamamından biraz bahsetmek istiyorum. Eski evlerin hemen hepsinde odaların içinde bulunan bir dolapda gazocağı üzerinde su dolu bir kazan devamlı bulunurdu. Ayda bir hamama gidilir, ara banyolar burada yapılırdı. Bizim evde, tabanı taş döşeli, odunla ısınan bir soba üzerinde kocaman bakır kazanı olan, gerçek hamamlar gibi kubbesi ve kubbede penceresi olan hamamımız vardı. Eve şehir suyu gelmeden önce sucumuz Bayram Ağa çeşmeden kovalarla taşıdığı suyla bu kazanı doldururdu. Kazanın altındaki soba yakılır, su ısınınca banyo yapardık. Yıkandığımız su hamamın döşemesindeki bir delikten gider, bahçeye çıkardı. Atalarımızın gayet bilinçli ve ileri görüşlü olduğunu düşünüyorum. Zira yaşadığımız ev ve dolayısıyla hamamın 100 yıllık olduğunu söylerlerdi.

Modern yaşamın koşuşturması içinde “O Eski Ramazanları “ yaşamak artık mümkün değil. İnsanlar oruçlarını ya iş yerlerinde ya yolda araçların içinde bozuyorlar. Her devrin kendine göre güzellikleri var. Zaten geriye dönüş mümkün değil. Ama bizim yaşımızdaki insanların “O Eski Ramazanları “ özlemle anmalarının bir sakıncası var mı?

1 Comments:

Yorum Gönder

<< Home